Beyazıt Meydanı’ndan Süleymaniye’ye doğru yürürken Cumhuriyet sonrası yapılarla Osmanlı döneminden kalma cami, türbe ve ahşap evleri içiçe görürsünüz. Bu güzergah aynı zamanda modern ile geleneksel yapıları tek hat üzerinde buluşturur. İstanbul Üniversitesi’nin ana kampüsünün hemen yanında yükselen fakülte binaları arasında sıkışıp kalmış olan Taşodalar Sokak No 20-22 adresindeki küçük kırmızı ahşap bir ev ise bizi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan sanat anlayışımızın kesiştiği bir dünyaya davet eder. Geçtiğimiz hafta İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar tarafından küçük bir davetli topluluğu eşliğinde açılış kurdelası kesilen bu yapı Feyhaman Kültür ve Sanat Evi adı altında kapılarını açsa da hikayesi çok eskilere uzanıyor.
Türk Resminin öncü isimlerinden Feyhaman Duran ve eși Ressam Güzin Duran tarafından 1962 yılında İstanbul Üniversitesi’ne bağışlanan bu ev aslında Güzin Duran’ın dedesi olan ünlü Hattat Yahya Hilmi Efendi›ye ait ve hatta geçmişte “Yahya Hilmi Efendi Evi” olarak biliniyormuş. Hattat Yahya Hilmi Efendi hakkında en ayrıntılı bilgi İbnül Emin Mahmut Kemal İnal’ın Son Hattatlar kitabında ve İslam Ansiklopedisinde yer alıyor. Buradan öğrendiğimize göre Süleymaniye’de doğup yine burada vefat eden Yahya Hilmi Efendi Süliymaniye Camii haziresinde yatıyor. Devlette çeşitli görevlerde bulunan sanatkar hasta yatağında bile hat yazmış. Öyle ki son yıllarında el yazması bir Kur’an yazarak “Okuyanlar bana da dua etsin” temennisinde bulunmuş. Gençlik yıllarından bu yana yazdığı Mushafları Topkapı Sarayı Müzesi’nde , İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde ve Sakıp Sabancı Müzesi’nde korunuyor. Evde de bu Mushaflardan bir nüshası görülebilir. Mükemmel bir şekilde tamamladığı Şeyh Hamdullah mushafı da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde korunmaktadır.Torunu Güzin Duran ve eşi Feyhaman Duran tarafından İstanbul Üniversitesi’ne bağışlanan bu ev aynı zamanda günümüze ulaşmış tek hattat evi olarak da ayrıca kıymet taşıyor.
Bugün yeniden müze ev olarak kapılarını açan bu ahşap tarihi ev içindeki eşyaları, duvarlarındaki hat ve tablolaroyla bizi hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemiyle buluşturuyor. Evin girişindeki Yahya Hilmi Efendi’nin hat eserleri görülmeye değer. Ayrıca kumaş üzerine işlenmiş hat eserleri de bu katta yer alıyor. Adeta zaman yolculuğu yapılan bu evin üst kattaki iki odasında ise hem Feyhaman Duran’ın hem de Güzin Duran’ın hat eserlerini ve tablolarını görüyoruz. Portre ressamı olarak bilinen Feyhaman Duran’ın Yavuz Sultan Selim’den Atatürk ve İnönü’ye kadar pek çok Türk liderin portresini çalıştığını biliyoruz ve bu portrelerden bir kısmını evin duvarlarında da görmek mümkün. Ayrıca evin odalarında mutfak eşyaları, halılar, biblolar, Osmanlıca, Fransızca kitaplar da dikkat çekiyor.
İlk olarak 2001 yılında restore geçirip müze olarak açılan ev daha sonra ziyarete kapatılmıştı. 2017 yılında ise buradaki tablolar ve eşyalardan Sakıp Sabancı Müzesi’nde bir sergi açılmış büyük ilgi görmüştü. “İki Dünya Arasında: Feyhaman Duran” adı verilen bu sergi sadece bu başlıkla bile ailenin ruhunu yansıtıyor. Evin alt katından üst katlarına çıkarken ve tablolar arasında dolaşırken batını ve zahiri iki dünyanın bu küçük evde yollarının nasıl kesiştiğine şahit oluyoruz. Aynı zamanda iki medeniyetin birbirine sokulduğu bu küçük ahşap ev bizi unutamayacağımız bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.Uzun zaman kapalı kalan ev ve atölyenin eşyaları restorasyon çalışmasının ardından bir ekip tarafından özenle yerleştirilmiş. Ancak evdeki eşyaların güvenlik açısından da daha dikkatli sergilenmesi gerektiğini not düşelim. Feyhaman Duran Kültür ve Sanat Evi’ni randevu ile her Salı ve Perşembe günleri ziyaret etmek mümkün.
Cumhuriyet ile Osmanlı’nın sanat dünyasını buluşturan bu nadir mekanın sahiplerinin hikayesi de tıpkı bu ahşap ev gibi Osmanlı dönemine kadar uzanıyor: Ressam İbrahim Feyhaman Duran 1886 ‘da Kadıköy’de dünyaya gelir. Babası şair Süleyman Hayri Bey oğluna büyüdüğünde okuması için 141 beyitlik bir Pendname yazar ve burada oğluna çalışkan, imanlı, dürüst bir insan olması için öğütlerde bulunur. Feyhaman Duran da tıpkı o şiirdeki gibi bir hayat sürer. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeder ve dedesi Duran Çavuş tarafından büyütülür ve soyadı kanunu çıkınca da bir vefa olarak dedesinin ismini alır. Galatasaray Lisesi’nde okur ve burada Tevfik Fikret, Şevket Dağ Viçen Aslanyan’ın öğrencisi olur. Okulda resim yanında Hüsn-ü Hat ve Güzel yazı derslerinde de öne çıkan bir isim olur. 1910 yılında bir vesileyle tanıştığı Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa’nın desteğiyle Paris’e resim okumaya gider. Bir kaç yıl sonra 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla zorlu şartlarla İstanbul’a döner. Abbas Hilmi Paşa’nın harcaması için gönderdiği paralardan bir kısmını kenara koyarak geri teslim edecek kadar dürüst bir gençtir. Üstelik o yıllarda ciddi maddi sıkıntılar da yaşar. Öyle ki ayakkabı alacak paraları olmadığı için ressam arkadaşı İbrahim Çallı ile birlikte kösele ve deri alarak bir ayakkabı ustasından ayakkabı yapmayı öğrendikleri anlatılır. Duran askerlik döneminde ise yaşadığı bir hastalık yüzünden uzun süre İstanbul’da tedavi olur ve hastalığından dolayı askerlik görevini Harp Mecmuası’nda savaş resimleri yaparak tamamlar. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin sergilerine katılan ve katıldığı sergilerden ödüller de alan Feyhaman Duran bir dönem Vezneciler’de bir kırtasiyede resim dersleri de vermiştir.
Feyhaman Duran 1919 yılında ressam Mihri Müşfik Avrupa’ya giderken onun önerisiyle İnas Sanayi Mektebi’nde önce ders vermeye ardından da müdürlük yapmaya başlar. Öğrencileri tarafından çok sevilen Feyhaman Duran burada öğrencisi Güzin Duran ile 1922 yılında evlenir. 1898 tarihinde İstanbul›da, dedesi Hattat Hacı Yahya Hilmi Efendi’nin Süleymaniye’deki evinde doğan Güzin Duran ise hat, süsleme ve musiki sanatları ile uğraşan bir aile çevresinde büyür. Küçük yaşlarda müzik, süsleme ve resim dersleri alır ve önemli sanatçıları yetiştiren İnas Sanâyi-i Nefîse Mektebi’ne girer burada Mihri Müşfik Hanım›ın öğrencisi olur. Daha sonra ressam Ömer Adil›den ders alır yine şair Ahmet Haşim›den estetik, Feyhaman’dan pastel dersleri alan oldukça başarılı bir öğrenci olan Güzin Duran 1922’de Maarif Vekaleti’nin açtığı Avrupa yarışmasını kazanarak öğrenim için yurt dışında gönderilmeyi hak ettiyse de o sırada okulda öğretmeni olan Feyhaman Duran ile nişanlı olduğu için gitmekten vazgeçer. Uzun yıllar öğretmenlik yapan çift evde ise resim çalışmalarını sürdürürler. Evlendikleri ilk yıllar Güzin Duran’ın dedesinden kalma Beyberbeyi’nin üst taraflarında Çakal Dağı tepelerinde elektriği bile olmayan bir ahşap evde yaşarlar. 1937 yılında Akşam Gazetesi’nde çıkan Portreler serisinde Feyhaman Duran ve Güzin Duran ile bu evde yaşadıkları hayatla ilgili çok güzel ayrıntılı bilgiler paylaşılmış. Mesela petrol lambasıyla aydınlatılan bu ev doğanın tam içindeymiş bahçesinde de besledikleri tavukları ve bol bol yemiş ağaçları varmış. Mutlu bir ilişkisi olan bu çift burada sessiz sakin ve huzur içinde yıllarca resimler yapar canları sıkılırsa da tavla oynarlarmış ve bu tavla oyununda da genelde Güzin Duran kazanırmış. En büyük ilham kaynakları rüzgarın sesiymiş. Feyhaman Duran resim yaparken kahve içmeyi çok severmiş ve en sevdiği renk maviymiş. Güzin Duran ise Güzel Sanatlar Fakültesi’nde 1937 yılında Karagöz ile ilgili bir sergi açmış ve bu sergi o yıllarda özellikle yabancılar tarafından büyük ilgi görmüş. Güzin Duran bu sergiye hazırlanırken de aylarca Karagöz ustalarını, müzeleri gezerek eski Karagöz kahramanlarını, kıyafetlerini, evlerini tespit edip bunların resimlerini yaparak sergisini açmış. Bugün bu ahşap evi gezerken Güzin Duran’ın birkaç Karagöz tasvirini de görmek mümkün. Çift daha sonra ise Güzin Duran’ın dedesinden kalma Sülaymaniye’deki evine taşınır.
Feyhaman Duran ve Güzin Duran İkinci Dünya Savaşı yıllarında tedbir amaçlı Topkapı Sarayı’ndaki eserler Niğde’ye taşınınca sarayın ziyarete kapatılmasıyla özel izinle 1943-47 yılları arasında vakitlerini sarayda resim çalışarak geçirirler. Böylece pek çok eser tablolara aktarılır. Feyhaman Duran 1951 yılında Güzel Sanatlar Fakültesi’nden emekli olur ve resim yapmaya devam eder. Bu dönemde portreyi bırakıp peyzaj ve natürmonta özellikle çiçekli kompozisyonlara yönelen Feyhaman Duran çiçek koparmayı sevmezmiş. Bahçedeki çiçekleri koparıp bir vazoya yerleştirme görevi Güzin Duran’ınmış. 84 yaşında 1970 yılında vefat eden sanatçı vefatından iki yıl önce gözlerini kaybettiği için son iki yılda resim yapamadığı ve son tablosunun 1968 yılında yaptığı bir çiçek resmi olduğu biliniyor.
Ressamlığının yanı sıra 37 yıl resim öğretmenliği yapan Güzin Duran ise 1938 yılında yurt gezileri kapsamında eşiyle birlikte gittiği Gaziantep’te tablolar yaptı. Aynı zamanda eşiyle Avrupa seyahatleri yaptı. Bir çok sergiye katıldı. Sanatçı, genelde manzara ve natürmortlara ağırlık verdi; portre çalışmaları da yaptı. Otoportrelerinde eşi Feyhaman Duran’la birlikte atölye çalışmalarından kesitler sunarak bir anlamda bu anıları belgeledi. Güzin Duran bazı natürmortlarında klasik üslupta denemeler yaptı; 1943-1947 yıllarında Topkapı Sarayı’nda çalışırken Osmanlı’nın Batılılaşma döneminden izler taşıyan III. Ahmet Yemiş Odası’ndaki vazodan çıkan çiçek kompozisyonlarını aslına uygun olarak betimledi. Eserlerinde özellikle de Boğaziçi manzaraları öne çıkar. Eserlerinden Karagöz çalışmaları ve eski yazı sanatından kopyalar ile gelenekçi değerleri yansıttı. Ayrıca hat sanatı ve süslemeler üzerine çalışarak bir porselen koleksiyonuna da imza attı. Topkapı Müzesi Resim Koleksiyonu’nda iki yüzü aşkın sulu boya resmi bulunuyor. 1981 yılında İstanbul’da vefat etti. Ressam Feyhaman Duran ve eși Ressam Güzin Duran’ın İstanbul Üniversitesi’ne bağışlamış oldukları bu ev aynı zamanda çiftin sanatçı dost çevresinden de izler taşıyor. Mesela giriş kattaki tambur şeklindeki bir hat Feyhaman Duran tarafından dostu müzizyen Şerif Muhittin Targan’ın vefatının ardından yapılmış. Evi dolaşırken 20. yüzyıl başlarında geleneklerine bağlı olmakla birlikte Batı kültürünü de özümsemiş orta halli bir sanatçı ailesinin doğal yaşam ortamını, özgün atmosferini bütün ayrıntılarıyla görme fırsatı yakalıyorsunuz. Bu eve güzelliklerini bırakıp gitmiş üç büyük sanatçının da ruhuna el Fatiha!